Hayatımızla ilgili merak ettiğimiz neredeyse her konudaki araştırmayı; sağlıktan, eğitime, genel kültürden pratik bilgilere dair gelişmelerin araştırmasını ve takibini uzun zamandır internet ve sosyal medya üzerinden yapıyoruz. Özellikle de hemen yanımızda duran cep telefonlarımız bize her konuda sınırsız kaynak sunuyor. İlaveten sosyal medyanın günlük akışında ilerlerken bize ilginç gelen, hemen birileri ile paylaşmak istediğimiz birçok içerikle karşılaşıyoruz. Peki bu sırada karşılaştığımız verilerin doğruluğundan ne kadar eminiz? Edindiğimiz bilgilere inanmadan, onları savunmadan, çevremizdeki diğer kişilerle veya sosyal medya ağlarında bu bilgileri paylaşmadan önce dikkate almamız gereken noktalar neler?
İnternetin içeriği her geçen gün çok sayıda kullanıcının çok farklı mecralardan yaptığı paylaşımlarla inanılmaz oranda büyüyor. Sürekli yeni bilgilerin paylaşıldığı bir mecrada eriştiğimiz bir bilgiyi kontrol etmek ise bize düşen bir görev. Peki bu doğru ve yanlışın birbiriyle yarışı nasıl tanımlanıyor?
Gelin öncelikle bu noktada yaşanan kırılımı tanımlayan post-truth kavramına bakalım.
Post-Truth Kavramı Nedir?
Post-truth kavramı, günümüzde kullanılan anlamı ile ilk kez 1992 yılında Steve Tesich’in The Nation dergisinde yayımlanan bir yazısında yer almıştır. Yaygın kullanımının başlamasıysa Ralph Keys’in 2004 yılında basılan “The Post-truth Era” kitabı ile gerçekleşmiş ve sonrasında kelime Oxford Dictionaries tarafından da 2016 yılının kelimesi seçilmiştir.
Post-truth kavramında yer alan ‘post’ kelimesi, -den sonra anlamına gelen, önüne getirildiği kavramdan büyük ölçüde yeni ve farklı bir oluşumu ya da yaklaşımı tanımlamayı sağlayan, zamansal bir sınır getiren bir ön ektir. Post-truth şeklinde truth (gerçek) kavramıyla birlikte kullanımındaysa doğruların artık kabul edilirliğini yitirdiği ya da önemsiz hale geldiği bir dönemi tanımlıyor. Türkçeye ise “gerçek ötesi”, “gerçek sonrası”, “hakikat sonrası” şeklinde çevriliyor. Post-truth kavramının gelişim sürecinde arka planda çok fazla detay var fakat o detaylara bu yazımda çok fazla değinmeyeceğim. Üzerinde duracağım esas nokta ise bu dönemin ortaya çıkmasında iletişim teknolojilerinin etkileri.
Bu noktada teknolojilerin insanlığa faydalı olmasında doğru ve bilinçli kullanımı en kritik noktayı oluşturuyor.
Post-truth dönemde hakikat ile yalan arasındaki sınırların bulanıklaşması, duyguların ve inançların gerçeklerden daha çok itibar görmesiyle birlikte doğru bilgiye ulaşmayı önleyen bir ortam oluştuğunu söylemek mümkün. İşte bu ortamın oluşumuna ve dezenformasyonun artmasında sosyal medyanın ve diğer iletişim kanallarının bilinçli kullanılmaması olumsuz etki sağlıyor.
Dijital dünyanın yeni iletişim teknolojileri bir yandan bireyleri özgürleştirici imkânlar sunarken diğer yandan da sosyal medyanın öncelikli bilgi kaynağı konumuna geçmesiyle birlikte dezenformasyon ve manipülasyon noktasında yanlış kullanımlardan kaynaklı dezavantaj yaşanıyor.
İlaveten internet ve sosyal medya kullanımındaki artış ile her bireyin haber kaynağı haline dönüşmesi ve bu sayede de kullanıcı üretimi içeriğin artışı, bazı kullanıcıların ürettiği doğru olmayan bilgilerin yayılımına ortam sağlıyor. Zaman zaman karşılaşılan gerçeklikle ilgisi olmayan haberlerin, doğruluğu olmayan bilgilerin, kullanıcıların hazırladığı, yanıltıcı görsellerin ve montajların bulunduğu videoların dolaşıma girmesi, izinsiz firma logolarının kullanılması, marka ve kurumlara ait olmayan indirim ve kampanya duyurularının paylaşılması ve tüm bunların büyük bir hızla yayılması çok önemli bir sorun oluşturmakta.
Bu bilgileri bir an önce paylaşma arzusuyla hareket edilmesi, çok fazla paylaşılması doğru olmayan bilgilerin teyit edilmeden hızla yayılmasına ve yanlış bilgilendirmeyle oluşan düşünce ve inançların güçlenmesini kolaylaştırmaktadır. Bu durum bireysel kullanıcıları yanlış bilgilendirdiği gibi zaman zaman da kurum ve markaların itibarını zedeleyen sorunlar yaratabiliyor.
Yakın zamandan hatırlayacak olursak geçtiğimiz yıl Covid 19 pandemisinin başlangıcında da bu tarz sıkıntılara yoğun şekilde sahne olmuştu.
Doğru ve yanlış olup olmadığını bilmediğimiz birçok olasılık, senaryo, tedavi önerisi, varsayım gerek sosyal medya ağlarından gerekse çeşitli mesajlaşma platformlarından “Arkadaşlar” şeklinde başlayan ses kayıtları ile bir anda zihnimize hücum etmişti. Zaten yaşanan durumun olağanüstü bir algılama ve uyum süreci olduğunu hesaba katarsak birde üzerine eklenen yanlış bilgilendirmeler psikolojik açıdan büyük bir stres yaratmıştı. Tüm bunlara ilaveten maruz kalınan yanlış bilginin doğrusu ile düzeltilmesi son derece zor olması ve birçok kişinin ilk duyduğu bilgi ile hareket etmesi bilgi kirliliğinin yarattığı riskin boyutunu daha da artırıyor.
Gelecekte Toplum 5.0 için Bilgi Kirliliği Riski
İnsanlık, tarih boyunca bilimsel ve teknolojik yeniliklerin kullanımıyla yeni yetenekler geliştirmiş ve çeşitli aşamalardan geçerek evrimleşmiştir. Bu noktadan bakıldığında Toplum 1.0 avcı-toplayıcı toplum, Toplum 2.0 tarım toplumu, Toplum 3.0 endüstri toplumu, 2015 ve sonrasında Endüstri 4.0 ve hızlı dijitalleşmeyle tanımlanan Toplum 4.0 ve 2030 itibariyle de Toplum 5.0 olarak aşamalandırılmaktadır.
Toplum 5.0 kavramı, sürdürülebilirlik, geniş kapsamlılık, verimlilik ve dolayısıyla akıl ve bilgi edinme gücünü kullanarak onu uygulayanların endüstriyel rekabet edebilirliğini sağlamayı amaçlayan bir yaklaşım olarak ilk olarak 2017 yılında CeBIT fuarında kamuoyuna duyurulmuştu.
Toplum 5.0, fiziksel alan ve siber alanın güçlü bir şekilde bütünleştiği süper akıllı toplum olarak da tanımlanan Toplum 5.0 kavramının merkezinde insan ve insanın yaşam kalitesi yer alıyor. Bu sayede teknolojinin insanların çıkarları doğrultusunda kullanarak toplumun refah seviyesini artırmak suretiyle, bilgi toplumunu temel alan Endüstri 4.0’ın ihmal ettiği noktalardan yola çıkarak insan odaklı bilgi toplumu seviyesine ilerlemek hedefleniyor.
Toplum 5.0 amaçları arasında gerçek dünya ile sanal dünya arasındaki bağların kuvvetlendirilerek bu iki yapının birlikte işlerlik kazanması ve gerçekleştirilecek her inovatif çözümün insanın çıkarları gözetilerek oluşturulması yer alıyor.
Bu noktadan bakıldığında insanların makine ve robotlarla ilişkisinin en verimli biçimde sağlanması, büyümenin ve kalkınmanın amaçlandığı bu modelin gerçekleşmesine bilgi kirliliği büyük bir engel oluşturabilir.
Peki bu olumsuz durumu kendimizin, çevremizin ve toplumun yararını gözetecek şekilde nasıl yönetebiliriz?
Dijital vatandaşlık ve medya okuryazarlığı gibi uzun zamandır gündemde olan iki önemli kavram işte tam da burada bize yol gösterici oluyor.
Dijital Vatandaşlık ve Medya Okuryazarlığı
Yaşanan dijitalleşmeyle birlikte internet kullanmanın ve çevrimiçi ortamlarda bulunmanın getirdiği yeni bireysel hak ve sorumluluklar doğmuştur. Siber vatandaşlık veya e-vatandaşlık şeklinde de kullanılan dijital vatandaşlık, siyaset bilimci Karen Mossberger tarafından 2007’de “teknoloji kullanım becerilerine sahip bireylerin, bu ortamı sorumluluk sahibi bir şekilde ve kuralların farkında olarak kullanması” şeklinde tanımlanmıştır.
Dijital vatandaşlık tanımı, Web 2.0 teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte bireylerin günlük yaşamda gerçekleştirdikleri çeşitli işlemlerin dijital ortamlara taşınmasıyla birlikte bilgi teknolojilerini etik, eleştirel bakış ve güven çerçevesinde kullanma becerisine karşılık geliyor.
Dijital vatandaşların e-devlet uygulamalarını kullanabilmesi, online alışveriş yapabilmesi, uzaktan eğitim alabilmesi, online bankacılık kullanabilmesi gerekiyor.
Fakat buradaki önemli ayrım dijital vatandaş kavramının sadece bunlar ile sınırlı olmadığı.
Sorumluluk sahibi bir dijital vatandaş olabilmek için bilgi ve iletişim teknolojilerini bilinçli kullanmak, doğruluğundan ve kaynağından emin olmadığı bilgileri paylaşmamak, başkalarının haklarına saygı göstermek, sosyal hayatta yapılmayan davranışların internet ortamında da sergilenmemesi, çevrimiçi güvenlik konularına dikkat edebilmek, çevresindeki kişileri bu noktalarla bilgilendirmek gibi becerileri gerektiriyor.
Dr. Mike RİBBLE ise bu çerçevede dijital vatandaşlığın 9 bileşenini; dijital erişim, dijital ticaret, dijital iletişim, dijital okuryazarlık, dijital etik, dijital kanun, dijital haklar ve sorumluluklar, dijital sağlık ve dijital güvenlik olarak belirlemiştir.
Özellikle dijital medya okuryazarlığı becerisine sahip olmak çok önemli.
Sonuç olarak iyi bir vatandaş olmak için bize ulaşan bilgileri teyid etmek ve bu yaklaşım tarzını benimsemeye bir an önce kendimizi alıştırmanın çok kıymetli kazanımları olacaktır. Bunun için çeşitli doğrulama sitelerinden destek almak, paylaşımın kaynağını, yerini, tarihini araştırmak, görsellerde yazan metinleri kabullenmeden önce montaj veya Photoshop olup olmadığını incelemek, yabancı dildeki videolarda alt yazı çevirilerinin gerçeği yansıtıp yansıtmadığına dikkat etmek gerekiyor.
Bilgide seçici olmanız ve doğru bilgileri hayatınıza ve çevrenize katmanız dileğiyle.